Türk Filmleri Gişedeki Yerini Kaybediyor
Barış Saydam - Makaleler 12.06.2017

2015 yılında en çok izlenen 15 filmin iki tanesi yabancı film iken, 2016’da bu sayı 5, bu yıl ise şimdiden 7’ye çıkmış durumda. Toplam seyirci sayısında dikkate değer bir artış olmadığı halde pazar payında özellikle Hollywood filmleri günden güne paylarını arttırıyor.

1990’lı yıllarda vizyona giren Türk filmi sayısı tek basamaklı rakamlara indiğinde, sanıyorum kimse 2000’li yıllarda gerçekleşecek dönüşümü tahmin etmiyordu. 1990’lı yılların başında durum çok karmaşık, gelecek çok karanlıktı. Tüm aksaklıklarına, düzensizliklerine ve kayıt dışılığına karşın 12 Eylül öncesinde Yeşilçam’dan ve bir sinema sektöründen bahsetmek mümkündü. Stüdyo, yapımcı, dağıtımcı ve salon sorunu bu kadar baskın değildi. Yeşilçam’ın çökmesiyle birlikte ayakta kalmaya çalışan sinemacıların çoğu 90’lı yıllarda çareyi televizyona dizi ve film çekmekte bulmuş, çekilen filmler vizyona giremediği için çoğunlukla televizyonlara satılmıştı. 1989’da Yabancı Sermaye kanununda yapılan değişiklikle birlikte Amerikan filmleri pazarın neredeyse tamamını eline geçirmiş, yerli sinema televizyona doğru ötelenmişti. 1990’da kurulan Eurimages’la birlikte Şerif Gören, Erden Kıral, Ali Özgentürk ve Ömer Kavur gibi önceki kuşağa ait yönetmenler yurt dışından ortaklar bularak ayakta kalmaya çalıştı. Kısa süre sonra Eurimages fonları vizyona giremeyen Türk filmleri için bir can simidine, krizden çıkış yolu arayan yönetmenler için ise üretim yapabilmenin tek çaresine dönüştü. Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim ve Yeşim Ustaoğlu gibi yönetmenler ise, kendi imkânlarıyla görece daha küçük maliyetler ve dar ekiplerle kendi sinema dillerini yaratmanın peşine düştü. Avrupa’daki önemli festivallerin dolaşımına girerek uluslararası alanda tanınırlık kazandıktan sonra bir önceki kuşak gibi Eurimages, Kültür ve Turizm Bakanlığı desteği, festival fonları ve ortak yapımcılarla birlikte filmlerini vizyonda geniş bir dağıtıma sokamasalar da en azından festivallerde göstererek görünürlük kazanmayı başardılar. 2000’li yıllara gelindiğinde 90’lardaki krizin etkileri hafiflemeye, Türk filmleri daha fazla görünürlük kazanmaya başladı. Yeni oluşan hedef kitle yavaş yavaş yüzünü Türk filmlerine dönüyor, vizyondaki kimi filmlere beklenenden fazla ilgi gösteriyordu. 2000’li yıllarda Kurtlar Vadisi, Maskeli Beşler, Recep İvedik ve Eyyvah Eyvah gibi seri filmlerle birlikte seyirci ilgisi 12 Eylül öncesindeki rakamlara ulaşamasa da sermaye yasası değişikliğinden bu yana en yüksek rakamları görüyordu.

 

Yıl içerisindeki seyirci hasılatı, vizyona giren film sayısı ve gişedeki filmlerin neredeyse  yüzde 60’lık kısmını Türk filmlerinin oluşturduğu iyimser tablolarla 2010’lu yıllara başlamıştık. Vizyona giren film sayısında ve gişedeki artışın nitelik olarak karşılığının olmadığını, pazar ihtiyacını karşılamak için çekilen filmlerin niteliksizliğinin uzun vadede olumsuz etkiler doğuracağını, sektörleşememenin getirdiği kırılganlığın yeni krizlere kapı açacağını yazsak da, yıl sonundaki kâr marjları işin niteliksel kısmını görmezden gelmeyi kolaylaştırdı. Ancak son üç yılın gişe verilerini okuduğumuzda, 90’lı yıllardaki kadar derin olmasa bile Türk filmleri için yeni bir krizin kapıda olduğu da aşikâr.

 

2015 yılında en çok izlenen 15 filmin iki tanesi yabancı film iken, 2016’da bu sayı 5, bu yıl ise şimdiden 7’ye çıkmış durumda. Toplam seyirci sayısında dikkate değer bir artış olmadığı halde pazar payında özellikle Hollywood filmleri günden güne paylarını arttırıyor ve Türkiye’deki gişe verileri de dünyanın geri kalanıyla aynı istikamette ilerliyor. Gişe rekortmeni Amerikan filmleri yeniden pazarı istila etmeye başladı bile. Bunda Türkiye’de sinema konusundaki yapısal sorunların, paydaşların ortak bir sinema politikası belirleyememesinin ve niteliksel anlamda geriye gidişin önemli olduğunu düşünüyorum.

 

Yapısal sorunlardan söze başlamak sanıyorum bu noktada daha doğru olacaktır. Sürekli konuşulan ama uzun süredir güncellenemeyen bir yasa hazırlığı var. Hazırlanan yasa meslekte çalışanlar, çalışma şartları ve telif meseleleri dışında diğer yapısal sorunlara ne kadar değecek, kapsamı ne kadar geniş tutulacak bilemiyorum. Ancak geniş bir yasal çalışmayla birlikte bir de sistemli ve programlı bir bakışın ortaya konması ihtiyaç olarak önümüzde duruyor. Salon ve dağıtım alanındaki tekelleşme eğilimine, devlet ve festival destekli filmlerin gösterim ve dağıtım hususuna, salon altyapılarının filmleri gösterme hususunda yetersiz kalmasına, yapılacak filmlere kaynak bulma anlamında kolaylıkların sağlanması, fiziksel anlamda film yapımına uygun plato, stüdyo ve laboratuarların hazırlanmasına kadar uzanan geniş çaplı bir plan ve programın yapılması gerekiyor. Devletin bu alana ne kadar yatırım yapacağından ziyade hangi hususlarda ve hangi hedeflerle çalışacağının daha önemli olduğu kanısındayım. Şu an sinema anlamında en büyük sorun belki de plansız, düzensiz ve kırılgan bir yapının olması. Bu konuda da Sinema Genel Müdürlüğü kadar, meslek örgütleri, birlikler ve bu alanda faaliyet gösteren STK’lar, merkezler ve dernekler de sorumluluk sahibi.

 

Uzun süredir Türk sinemasındaki nitelik probleminden çeşitli makalelerimizde bahsetmiş, bunun yakın gelecekte seyircinin filmlere ilgisini keseceğini ve Amerikan filmlerinin rekabette öne geçeceğini söylemiştik. Gişe verilerinde bugün bahsettiğimiz husus baskın bir istatistiksel veri olarak önümüzde durmasa da, bir eğilim olarak kendisini gösteriyor. Bu yıl Hızlı ve Öfkeli 8, Moana, Logan, Şirinler: Kayıp Köy, John Wick 2 ve Patron Bebek filmlerinde olduğu gibi Amerikan gişe filmleri yavaş yavaş Türk filmlerini geride bırakmaya başladı. Bu filmlere yerli sinemanın cevabı ise ezber filmler… Türkiye’deki yerli film pazarında BKM ile birlikte şu an en büyük firma konumundaki TAFF’ın önümüzdeki sezonda vizyona gireceğini duyurduğu filmlere bir bakalım isterseniz: Kardeşim Benim 2, Oflu Hoca’nın Şifresi 3, Çakallarla Dans serisinin yönetmeni Murat Şeker’in yöneteceği Çılgın Aile Tatilde… BKM ise yaz aylarını Ramazan ayının havasından da yararlanacağı Burak Aksak’ın yazıp yöneteceği Dede Korkut Hikâyeleri ile geçiriyor. İlerleyen dönemde de Mars grubunu satın alan Güney Koreli CJ Entertainment, Uzakdoğu’da gişede başarı kazanmış filmlerin Türkiye yeniden çevrimlerini üretecek.[1] Bir tarafta hızla yükselişte olan ve her geçen gün pazardan daha çok pay kapan Amerikan gişe canavarları, diğer tarafta ise televizyonda benzerlerini gördüğümüz, neredeyse hikâyesini, olay örgüsünü ve oyuncularını ezberlediğimiz demode romantik komediler, ucuz ve bayağı güldürüler…

 

Televizyon dizileriyle birlikte sinemanın da ana hedef kitlesi değişti. Çok fazla seyirci çeken filmlerin hedef kitlelerinin yaş aralığı ve filmlerden beklentileri düşünüldüğünde, yönetmenlerin artık yeni bir seyirci kuşağıyla karşı karşıya oldukları bariz. Görünen o ki gidebildiği yere kadar yapımcılar, ortadaki tabloyu “dizi izleyen gençler çektiğimiz filmlerde de aynı oyunculara aynı hikâyelere yer verirsek yine izlerler” kolaycılığı içerisinde proje üretmeye devam edecek. Ancak korku filmlerinde olduğu gibi, bir yerden sonra ucuz güldürü filmleri de seyircisini kaybedecek. Pek çok online film izleme platformunun nitelikli içeriklerle seyirciyi sinemadan televizyona çektiği ve bunu belki de her zamankinden daha iyi yaptığı bir dönemde hâlâ sinemaya gitmeyi sürdüren seyirci bunu ne kadar devam ettirecek? Sanıyorum esas soru bu. Nitelikteki azalma ve yaşanan sığlaşma, yakın gelecek Türk filmlerinin pazar payını kaybetmesinin yanı sıra yeni oluşan hedef kitlenin sinemayla olan ilişkisinde de önemli değişimler doğurabilir.

 

 

 

[1] BKM ile Güney Koreli CJ Entertainment'tan Dev İşbirliği, Boxofficeturkiye.com, https://boxofficeturkiye.com/haber/bkm-ile-guney-koreli-cj-entertainment-tan-dev-isbirligi--655 (Erişim: 30 Mayıs 2017)

*Gişe verileri boxofficeturkiye.com sitesinden alınmıştır.

Yazarın Diğer İçerikleri

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamıştır.